14 Kasım 2010 Pazar

GERÇEK ZAMAN MI?

Sanki yeni bir Einstein’a ihtiyacımız olduğunu düşünmeye başlıyorum.

İnsanları birbirine bağlayan gerçek zamanlı bir sistem, basit bir park oturağı ve internet bağlantısı olan cep telefonları. İki arkadaş bu bank’ta otururken birbirleriyle konuşmak yerine, Twitter’dan Tweet ediyorlar artık.

Japonyada yapılan bir araştırmaya göre 10 ile 28 yaş aralıklarında ki insanların %82’'sii cep telefonu ile internete erişiyormuş. Cep telefonları ile televizyon izliyor, oyun oynuyor, alış veriş yapıyoruz vs. “Tokyo da eskiden tren’e bindiğiniz zaman, okul çıkış vaktine denk geldiyseniz, liseli çocukların sesinden tren sesini bile duymazdınız, şimdi ise çıt çıkmıyor tek ses var, parmakların cep telefonlarına dokunan pıt pıt sesleri” diyor bir japon yazar.

GERÇEK BOŞLUK GERÇEK ZAMANI ÖLDÜRÜYOR

Gerçek-zamanlı iletişim, zamanın doğasını değiştirmiyor sadece, aynı zamanda geçmişi ve geleceği de aşındırıyor ve asıl gerçek zamanı öldürüyor. Yaşadığımız 3 boyutlu dünyayı tamamıyla eline geçirmeye başladı teknoloji. Bizi 3 boyutlu dünyamızdan 2 boyutlu bir bilgisayar ekranı içine gömüyor. Kaybedilen boyut derinlik.

Bu yeni 2 boyutlu dünya gerçek dünya olmaya başladığı için haliyle birde kelime ihtiyacı doğuyor otomatik olarak. “Gerçek boşluk” diyeceğim müsadenizle. Gerçek zamanı da içine alan anlamız derinliksiz bir gerçeklikten bahsediyorum. Birilerinin çıkıp bu gerçek zamanla, gerçek boşluk arasında nasıl bir denge yada dengesizlik olduğunu ortaya koyacak bir teori öne sürmesi lazım şimdi. Gerçek zamanla gerçek boşluk arasında nasıl bir interaksiyon var, yasalar yeterli mi yada var mı, hükümetlerin bu yeni oluşuma karşı izleyecekleri polikta nasıl olacak, bir sürü soru içinden çıkılmaz bir kaos gibi geliyor bana.

Bu noktada Einstein'ın genişleyen zaman teorisi aklıma geliyor. Eğer o gerçek zamanın genişlemesinden bahsettiyse bence bir yanıltı var. Çünkü gerçek zaman her geçen gün derinliğini yitirerek kaybolmaya başladı. Eğer bahsedilen genişleyen evren ise bunu genişleyen boşluk kavramı ile ilişkilendirip kabul edebilirim kendi adıma.

Item Response Theory olarak bilenen kendi kendine öğrenme kabiliyetine sahip bilgisayar programlarından bahsetmeye başlayalımız çok olmadı. Semantik düşünme mekanizması olarak bilinen bu kavramların kavram olmaktan çıkıp, günlük hayata girmesine çok az kaldı. Şu an itibari ile biz bu programların terminolojilerini ve mekanizmalarını kontrol ediyor olabiliriz ama şimdilik. Silikon vadisinin dev şirketleri birkaç yıldır yazılımlarını bu mekanizmaya bağlı olarak oto-kontrol ile eğitiyorlar. Bunun anlamı şu. Örneğin siz perşembe günleri eve ortalama 6’da geliyorsunuz ve o gün genelde çok yorgun olduğunuz için yemek yapamıyor ve pizza ısmarlıyorsunuz. Semantik aplikasyonlarla kontrol edilen akıllı evler belki de 20 yıl içinde hayatımıza girmiş ve sizin için bu pizzayı ısmarlamış, favori tv programınız ve içeceğiniz ile birlikte siz geleceğiniz zamana hazır hale getirmiş olabilir. Bunun adına fantazi-bilim-kurgu diyenler olacak şimdi, bence değil.

Bunu neresi kötü?

İnsani belli temel davranışlarla hayvan ve bitkilerden ayıran temel fonksiyonlar vardır. Bunlardan düşünme ve mukayese yetisinin çok gelişmiş olması belki en önemlileri. Teknoloji eğer bu yeteneklerimizi elimizden alacak biçimde ilerliyorsa, çokta insanlığa katkıda bulunacak şekilde ilerlediğini söyleyemeyiz. Kim ister ki 100 yıl sonra bir teknoloji faciasıyla Homo Sapiens’ler in yerini Robo Sapiens'lere bırakmasın? Ben istemem. 
 
MEGA BİLGİSAYARLAR

İşte size ilginç bir pinpoint. Microsoft araştırma merkezinin verilerine göre şu an itibariyle dünya da yıllık server denilen uygulama- yazılım yönetim ve geliştirme makinalarının satış rakamları yıllık 8 milyon civarı. Bu makinalardan %20’si ise Google, Amazon, Yahoo gibi büyük şirketler tarafından kullanılıyor. Aynı zamanda Google gibi çok büyük kapasitlere ihtiyaç duyarak çalışan şirketler, kendi verilerini depolamak için bu 8 milyonluk yıllık satın alma paydaları dışında kendi ünitlerini de üretiyorlar. Yani akıllı metaller her geçen gün artıyor, artmak zorunda. Data-işleme-gücü (Data-process-power) olarak bilinen ve merkezlendirme trendinin ilk seviyesi olarak tanımlanan bu depolama işlemlerinde ikinci sırada bu üniteleri çalıştırmak için gerekli olan enerji gündeme geliyor. Yani her geçen gün azalan enerji kaynaklarımıza nispeten ihtiyaç duyduğumuz enerji miktarı da artıyor. Bunun sonu yok. Birkaç yüzyıl içinde sadece bir nesil(grup, sistem, yazılım) tüm gezegene hükmediyor olacak ve kullanıdığı/üretebildiği enerji miktarına göre de belirli bir yokoluş sürecine girecek. Bundan sonrasını bende bilmiyorum.

“GERÇEKZAMAN” MI “GERÇEK ZAMAN” MI?

Keşke gerçek zaman iki kelime yerine “gerçekzaman” şeklinde tek kelime olarak kullanılsa. Belki Türk Dil Kurumu da bir güncellemeye gider bu kavramı anlamaya başlarsa. Gerçek ile zaman arasına giren boşluk, derinliğini yitiren zamanın, dilbilgisine düşen küçük bir yansıması sadece. Zamanı gerçekliğinden uzaklaştırıp onu sıska ve çelimsiz bir an yapan stimulus. Bu yüzden arlarında boşluk yok, olmamalı da. Birlikte yürüyen ayırlmaz bir ikili çünkü zaman ve gerçeklik.

İnanın ya da inanmayın bundan sadece birkaç bin yıl önce kelimeler arasında bile boşluk yoktu zaten. Birkaç akıllı düşünüp taşınıp bu kelimeler arasına boşluk koymaya karar vermiş.

Ogündenberikelimeleriayrıayrıyazmayabaşladıkdüşmangibibirbirine.

Bu akıllılar gerçek zamanda yaşamadı. Onlar boşluktaydı. Bu yüzden bizde bu son milenyumu bunların yüzünden boşlukta yaşıyoruz. Kim bilir daha ne kadar açılacak zaman ile gerçek arasında ki boşluk. Bilmiyorum.



(ÖZGÜN BİR YAZIDIR)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GERÇEK ZAMAN MI?

Sanki yeni bir Einstein’a ihtiyacımız olduğunu düşünmeye başlıyorum.

İnsanları birbirine bağlayan gerçek zamanlı bir sistem, basit bir park oturağı ve internet bağlantısı olan cep telefonları. İki arkadaş bu bank’ta otururken birbirleriyle konuşmak yerine, Twitter’dan Tweet ediyorlar artık.

Japonyada yapılan bir araştırmaya göre 10 ile 28 yaş aralıklarında ki insanların %82’'sii cep telefonu ile internete erişiyormuş. Cep telefonları ile televizyon izliyor, oyun oynuyor, alış veriş yapıyoruz vs. “Tokyo da eskiden tren’e bindiğiniz zaman, okul çıkış vaktine denk geldiyseniz, liseli çocukların sesinden tren sesini bile duymazdınız, şimdi ise çıt çıkmıyor tek ses var, parmakların cep telefonlarına dokunan pıt pıt sesleri” diyor bir japon yazar.

GERÇEK BOŞLUK GERÇEK ZAMANI ÖLDÜRÜYOR

Gerçek-zamanlı iletişim, zamanın doğasını değiştirmiyor sadece, aynı zamanda geçmişi ve geleceği de aşındırıyor ve asıl gerçek zamanı öldürüyor. Yaşadığımız 3 boyutlu dünyayı tamamıyla eline geçirmeye başladı teknoloji. Bizi 3 boyutlu dünyamızdan 2 boyutlu bir bilgisayar ekranı içine gömüyor. Kaybedilen boyut derinlik.

Bu yeni 2 boyutlu dünya gerçek dünya olmaya başladığı için haliyle birde kelime ihtiyacı doğuyor otomatik olarak. “Gerçek boşluk” diyeceğim müsadenizle. Gerçek zamanı da içine alan anlamız derinliksiz bir gerçeklikten bahsediyorum. Birilerinin çıkıp bu gerçek zamanla, gerçek boşluk arasında nasıl bir denge yada dengesizlik olduğunu ortaya koyacak bir teori öne sürmesi lazım şimdi. Gerçek zamanla gerçek boşluk arasında nasıl bir interaksiyon var, yasalar yeterli mi yada var mı, hükümetlerin bu yeni oluşuma karşı izleyecekleri polikta nasıl olacak, bir sürü soru içinden çıkılmaz bir kaos gibi geliyor bana.

Bu noktada Einstein'ın genişleyen zaman teorisi aklıma geliyor. Eğer o gerçek zamanın genişlemesinden bahsettiyse bence bir yanıltı var. Çünkü gerçek zaman her geçen gün derinliğini yitirerek kaybolmaya başladı. Eğer bahsedilen genişleyen evren ise bunu genişleyen boşluk kavramı ile ilişkilendirip kabul edebilirim kendi adıma.

Item Response Theory olarak bilenen kendi kendine öğrenme kabiliyetine sahip bilgisayar programlarından bahsetmeye başlayalımız çok olmadı. Semantik düşünme mekanizması olarak bilinen bu kavramların kavram olmaktan çıkıp, günlük hayata girmesine çok az kaldı. Şu an itibari ile biz bu programların terminolojilerini ve mekanizmalarını kontrol ediyor olabiliriz ama şimdilik. Silikon vadisinin dev şirketleri birkaç yıldır yazılımlarını bu mekanizmaya bağlı olarak oto-kontrol ile eğitiyorlar. Bunun anlamı şu. Örneğin siz perşembe günleri eve ortalama 6’da geliyorsunuz ve o gün genelde çok yorgun olduğunuz için yemek yapamıyor ve pizza ısmarlıyorsunuz. Semantik aplikasyonlarla kontrol edilen akıllı evler belki de 20 yıl içinde hayatımıza girmiş ve sizin için bu pizzayı ısmarlamış, favori tv programınız ve içeceğiniz ile birlikte siz geleceğiniz zamana hazır hale getirmiş olabilir. Bunun adına fantazi-bilim-kurgu diyenler olacak şimdi, bence değil.

Bunu neresi kötü?

İnsani belli temel davranışlarla hayvan ve bitkilerden ayıran temel fonksiyonlar vardır. Bunlardan düşünme ve mukayese yetisinin çok gelişmiş olması belki en önemlileri. Teknoloji eğer bu yeteneklerimizi elimizden alacak biçimde ilerliyorsa, çokta insanlığa katkıda bulunacak şekilde ilerlediğini söyleyemeyiz. Kim ister ki 100 yıl sonra bir teknoloji faciasıyla Homo Sapiens’ler in yerini Robo Sapiens'lere bırakmasın? Ben istemem. 
 
MEGA BİLGİSAYARLAR

İşte size ilginç bir pinpoint. Microsoft araştırma merkezinin verilerine göre şu an itibariyle dünya da yıllık server denilen uygulama- yazılım yönetim ve geliştirme makinalarının satış rakamları yıllık 8 milyon civarı. Bu makinalardan %20’si ise Google, Amazon, Yahoo gibi büyük şirketler tarafından kullanılıyor. Aynı zamanda Google gibi çok büyük kapasitlere ihtiyaç duyarak çalışan şirketler, kendi verilerini depolamak için bu 8 milyonluk yıllık satın alma paydaları dışında kendi ünitlerini de üretiyorlar. Yani akıllı metaller her geçen gün artıyor, artmak zorunda. Data-işleme-gücü (Data-process-power) olarak bilinen ve merkezlendirme trendinin ilk seviyesi olarak tanımlanan bu depolama işlemlerinde ikinci sırada bu üniteleri çalıştırmak için gerekli olan enerji gündeme geliyor. Yani her geçen gün azalan enerji kaynaklarımıza nispeten ihtiyaç duyduğumuz enerji miktarı da artıyor. Bunun sonu yok. Birkaç yüzyıl içinde sadece bir nesil(grup, sistem, yazılım) tüm gezegene hükmediyor olacak ve kullanıdığı/üretebildiği enerji miktarına göre de belirli bir yokoluş sürecine girecek. Bundan sonrasını bende bilmiyorum.

“GERÇEKZAMAN” MI “GERÇEK ZAMAN” MI?

Keşke gerçek zaman iki kelime yerine “gerçekzaman” şeklinde tek kelime olarak kullanılsa. Belki Türk Dil Kurumu da bir güncellemeye gider bu kavramı anlamaya başlarsa. Gerçek ile zaman arasına giren boşluk, derinliğini yitiren zamanın, dilbilgisine düşen küçük bir yansıması sadece. Zamanı gerçekliğinden uzaklaştırıp onu sıska ve çelimsiz bir an yapan stimulus. Bu yüzden arlarında boşluk yok, olmamalı da. Birlikte yürüyen ayırlmaz bir ikili çünkü zaman ve gerçeklik.

İnanın ya da inanmayın bundan sadece birkaç bin yıl önce kelimeler arasında bile boşluk yoktu zaten. Birkaç akıllı düşünüp taşınıp bu kelimeler arasına boşluk koymaya karar vermiş.

Ogündenberikelimeleriayrıayrıyazmayabaşladıkdüşmangibibirbirine.

Bu akıllılar gerçek zamanda yaşamadı. Onlar boşluktaydı. Bu yüzden bizde bu son milenyumu bunların yüzünden boşlukta yaşıyoruz. Kim bilir daha ne kadar açılacak zaman ile gerçek arasında ki boşluk. Bilmiyorum.



(ÖZGÜN BİR YAZIDIR)

0 yorum: (+add yours?)

Yorum Gönder

İSTATİSTİK

Google Pagerank Powered by  MyPagerank.Net Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Toplist